Sadece Kayıp Kent/Ali Kaya Atatürk ilke ve inkılâpları adlı dersten başlıyorum 2.sınıfa. Kars Batum ve kayıp kent işgalciler tarafından çoktan işgal edilmiş. Rusların sıcak deniz merakı zaten hiç bitmedi. Almanlar her ülkeye kafa tutarken, arkalarından yapılan kara planların farkında bile değiller. Osmanlı yaşlı adam misali… İşgalci kuvvetler ‘yaw hele gelin size çok günah oldu’ gelin bir ateşkes imzalayalım. Rauf Bey in imzaladığı Mondros Ateşkes antlaşmasıyla Osmanlı yıkılıyor…
Günlerden Çarşamba saat 23.30 ve ben yazıma başlıyorum.
Birinci Dünya Savaşından bu yana 96 yıl geçmiş, 96 yıl önceki Ardahan biraz daha Harziyan (Benim köyüm) görünüşüydü, değişen tek şeyin, Kayıp kent zenginlerinin arsalarına birkaç apartman dikişleri olsa gerekti…
Ne yazık ..
Neyse, Şehir Merkezinde zavallı bir kadın vardı hatırladınız mı? Hani saçma sapan hareketler yapan. Bu kadın bana taktı arkadaş, haberiniz olsun.
Fakir dayının telefonu çaldı arayan Metin Lale den başkası değildi. Metin Abi Fakir dayıyı çağırıyordu. Allahtan çağırdı yani, yoksa metin abi içince rehin alıyor bizi, bir şey anlatıyor, ‘beni ey dinle Ali’ tamam metin abi dinliyorum. Biraz susuyor, sonra ‘ben ne anlatıyordum’ diye soruyor, ne anlattığını söylüyorsun, ‘yok, sen yalan söylüyorsun’ diyor. Yani dayıyı aradığı ey oldu. Dayıyla çıkıyoruz, ben döne yengenin oraya bir uğrayayım diyorum, sonra onunda kayıp ilanını yayınlamayı unuttuğumuz için devam ediyorum. Malum yerden ayrılıyoruz, Fakir Dayı: 10 sene önceki lafını yine sarf ediyor ‘doğru eve’ ‘yok ben yeni mahalleden gideceğim’
Çıkıyorum yola, hava buz gibi. Eski sevgilim arabayla geçiyor yanımdan. Yani yolda su olsa, üstüme sıçratacak, buna da neyse diyorum ve arkama bir bakıyorum, başını gözünü sarmış bir kadın, ben devam ediyorum. Kokakolanın önüne kadar gelmişim. Kadın hala takipte. Ve nasıl bir şey ise her adımda nefesini ensemde hissediyorum. Bizim evin ara yoluna giriyoruz, Birinci Dünya Savaşında bile sönmeyen sokak lambaları, sönüyor. ‘Nayda’
Hızlı hızlı koşan adımlar arkamda ‘Noluyorr ulenn’
Her taraf karanlık, ‘Ulen,diyorum bu manyak bir şey falan yapmasın bize’ zaten o an bir şey yapmasına da gerek yok, yanımdan da geçse kadının boğazına yapışacam.
Sırtımı bizim evin duvarına dayadığımda, kendimi güvende hissediyordum. Korku Filmi gibi değil mi? Kadın, yok oldu, yâda diğer sokağa geçti. Az yukarı yaylacığa doğru çıksa, kurtlar vadisine bir inse, çıkışı olmayacakta.
Tabi ondan önce ben birkaç bakkala uğruyorum kadın iyi bir takipçi. Bizim evin sırasında ki dükkânlara giriyorum, 3 tane dükkân var isimlerini söylemeyeceğim onlar iyi biliyorlar kendilerini. Asrın bizde olduğu için birkaç abur cubur almak istiyorum.
Dükkanların ilki Etipufu 1 tl ye satıyor, ‘vahğ vahğ vahğ’.. Akşam pazarı kimi tutarsa ona.
Bizim akrabamızda gelen bu bakkala ne zaman girsem, ‘harçhurç’ salata yiyor. Etipufun fiyatını söylerken de yüzüm tükürük içinde kalıyor. ‘sen aynısından get bana 50 tane al sana bilmem ne verem.’ Yani, gideyim aşağıya 50 tane etipuf alayım, milleti kendime güldüreyim, senin vereceğin o herneyse kalsın… etipufuda almıyorum.
İkincisine giriyorum. O da hep o saatte kıpkırmızı oluyor. Gözleri faltaşı gibi, ‘ya abi, sen diğer dükkânlara göre uygun satıyorsun’ diyince, ‘valla, ele diyende var, sen çok pahalıcısın’ diyen de var, diyor. Kabul etmiş yani benimsemiş pahalıcı olduğunu.
Bir neyse daha.. 3. dükkâna giriyorum. Kendini kayıpetmiş bir adam. Bir insan dükkânının camına yazar mı? ‘çakmak taşı var. Uçurtma geldi. Uhu da gelecek’ Giriyorum içeri, Ya şey var mı diyorum. Yok diyor.
Şey, ney bir dur da söyleyeyim. Evet…Bir günün sonunda yaşadıklarımızla kaldık, korkularla. Sonuç olarak bir çiçek adıyla başladığımız hayata, kaderin cilveleriyle ve de artistlikleriyle yol alıyoruz… Ne olacağını bildiğimiz umutlarımızın olduğunu düşünmek, göğüs geriyor bunca zırvalıklara… Artistiklere. Her şeye rağmen, o kadına bile rağmen, Birinci Dünya Savaşından sağ selamet çıkan Kayıp Kentte nefes almak gibisi yok… Şimdiye kadar kaz yemememe rağmen, Kayıp Kentte yaşamak, nefes almak her şeye değiyor…
|