Kaybolan Yıllar / Ali Kaya Sene bilmiyorum tam kestiremedim. Ben bu kadar küçüğüm işte. Üşümüşüm, Dayının hareketlerini sürekli takip ediyor, Orbay'ın yine bir sakarlık edip gazeteleri yere düşüreceğinden korkuyorum.
Yazıyor yazıyor diye bağırmaktan ses tellerimin kopacağından ürperdiğim o yıllar, nasıl geçti kaçıncı vitesle, kaçla…
Ne fotoğraf ama… İçinde bir sürü anlam taşıyor, gazeteyi basmışız, yorgunuz. Caddenin ortasında gazete satıyoruz. Elim yüzüm üstüm başım gazete… Herkes ne yaptığımızı çözmeye çalışıyor. Ben üşüyorum… Yazıyor yazıyor, bir nevi direnişteyiz; ilanlarımızı kesmişler bizde gazeteyi satıyoruz… Bir nevi haykırış; yazıyor, yazıyor… Elimiz yüzümüz üstümüz başımız gazete…
Saatçinin oğlu emre akranımdı, ne yapıyorsunuz diye sordu. Pilav yiyoruz esprisinin o dönemler revaçta olduğu, ama benim orada o espriyi yapamamamın ızdırabıyla ciddileşmek zorunda kalıyor fizyolojim…
Direniyoruz Emre, direniyoruz…
Bu cevaba karşılık; Ne dinazor mu diyince, kendimi doğal denge ne ise ona bırakıyor o çocuksu saf duygularla kahkahaya boğuluyorum…
Üşüyordum, akşam işten çıkarken günlüğümün bir miktarıyla küçük çaykur çayının ve o harikulade yulaflı bisküvinin tadının ihtişamı hep damağımdadır…
Sonra evin yolunu tutardım, İsmail Sural'ın Kont adlı köpeğinin açık olduğu haberi daha yokuşu çıkmadan geliyordu. Allah, nasıl gidecez eve… Yolu uzatsan olmaz, yeni mahalle bölgesinde kont gibi bir sürü var.
Üstelik uzun süredir açlar.
Bizim eve giden ömrümün en korkunç dakikalarını kontla karşılaşarak yaşayacaktım. Hemen ileri de arkadaşlar kontu kıskıslıyor… Kont geldi bana saldırdı ve ısırdı.
Bir şeyler hep ters mi gitti acaba… Ben orada konta ne yapmıştım ki, ya da sana ne yaptım ki… Ya da mahallenin muhtarı Selahattin amcaya ne yapmıştım ki; mahallenin büyük ağabeyleri cinci hala oynarken, herkesi kovalayıp arada beni tutup dövmesi… Hayatımın ilk darbesini 1. sınıfta ayaklarımı paspasa silmediğim için hademe Mehmet amcadan yemiştim. Ya da Ayşe'nin gidip her tarafa "Ali Ayşe'yi seviyor" yazısıydı beni Tahir müdüre komalık ettiren, matematikçi Atalay hoca ya sövdürten…
Her şey ilk günler de ters gitti… Okulun ilk günü aşık olmamla illet olacaktım.
Aşkın gözü kör arkadaş! Kızın adı Müge, işin en güzel yanı aynı mahallenin çocuğuyuz.
Okulun ilk haftası harika geçiyor, hem Mügeyi seviyorum, hem okulu…
Birkaç gün sonra Müge trafik kazası geçirir… Ben o günden sonra okulu hiç sevmedim.
Şimdi Kamu Yönetimi 4. sınıf öğrencisi olsam da, ben o günden sonra okulu hiç sevmedim. Her kapı açılışında onun içeri girecek olma hayaliyle İbrahim Sadri'nin şiirlerini yazdım, çok erken yıllardı, gereksizdir hepsi ama yaşanılma gereğiyle doluydu, her anlamı.
Bakın nereden nereye geldik… Konu bütünlüğü bozuldu yine uyaracak beni Erdal usta.
Tamam hiciv yazıyorsun ama içine ediyorsun yazının diye…
Çok sonra iyice büyüyecektik… İş hayatına daha sıkı atılacaktık.
Buralardan gitmemek için, yapılacak her işi yapıp, herkesten bir şeyler kapacaktık.
Herkesten her şeyi kaptım sayılır. Her davranışı değerlendirdim, her karakteri, her duruşu.
Yalnız bir karakter benim kafam etini kemirip durur…
Çok İslamcı geçinen ama içi fesatlık dolu olan… Çok iyi görünen ama çok kötü olan ve daha birçok tezatlığı içinde barındıran, her şeyi tartan terazi yüzüyle görünüp fena kalleş olan karakterlileri hep uzak tuttum kendimden, benliğimden…
Hem doluya hem boşa koyup tartmalı insan her adımını doğru atmalı…
Damla damla hayatı süzüp dostu düşmanı tanımalı…Bir buçuk senemi verdim ama iyi oldu… Dostu düşmanı tanıdık fenamı…
Esen Kalın…
|