

*KATKI SUNUN.. Göreve gelir gelmez başta Ardahan adını gölgeleyen KAI, KAISİAD ve KAIFED denen oluşumları olmak üzere İstanbul’da ki Ardahanlıların yakasına yapışmış diasporaya savaş açan, ardından dernekçiliğin ve sivil toplum örgütünün sattıkları biletlerin hesabını veremeyen büyük gece, birlik gecesi ve kaz gecesi düzenlemekten öte daha önemli işler yapabileceğini ortaya koyan Gazeteci Fakir Yılmaz’ın başkanlığın yaptığı Ardahan Dernekler Federasyonuna sizde katkı sunun..
.jpg)
75 Bin Asker Nasıl 90 Bin Oldu?..
Abartılı masallarla yetişen bir toplumun fertleri bu günlerde yine hummalı bir çalışma içinde..
İkinci Çanakkaleyi yaratmaya çalışan tarih okumazların Sarıkamış Hareketinin 100. Yıl Dönümünü lüks davetiyelerle anmaya hazırlanırken, o harekete katılanların sayısının 75 binden nasıl olup 90 bine ulaştığını bir türlü açıklayamazlar..
Evet, Sarıkamış Harekatının Yeni Bir Yıl Dönümünü anmaya hazırlananlar Sarıkamış Allahuekber dağlarında kaç askerin önce bit ve diğer hastalıklardan, sonra da dondurucu soğuklardan öldüklerini niye doğru dürüst açıklayamazlar.
Yine de soralım mı?
Sarıkamış’ta 75 bin mi, 90 bin mi asker öldü?
**Valilik ot getirsin..
İki gümrük kapısı olmasına karşın ithalat ve ihracatın yapılmadığı Ardahan’da yaşanan kaba yem sıkıntısı dolayısıyla zor günler yaşayan Ardahanlıların tüm imkanlara karşın komşu ülke Gürcistan’dan ot ve saman getiremediklerini görmekteyiz..
Bunun nedeni ise gerek imkansızlıklar, gerekse bu yönde atılacak adım için yolu, yordamı bilmediklerinden olduğunu görmekteyiz..
Bu nedenle Ardahan Valisi ve Posof Kaymakamına bir önerim olacak.
Bu önerimde SYDV’nın imkanları kullanılarak Gürcistan’dan devlet olarak ot ve saman getirmesini ve hayvan yetiştiricilerine masrafları alınarak satmasıdır..
Çünkü halkı için var olduğunu bildiğimiz devlet yetkililerinin yaşanan duruma seyirce kalmayacağını düşünüyorum..
Sizce yanlış bir öneri mi?..
KEPENK İLE KALBİ KAPATMAK..
Ve dondurucu soğukların yaşandığı memleketim Ardahan’da müşterinin kendisini evindeymiş gibi rahat hissedebilmesi açısından ona güven verici hal ve harekette bulunup, sıcak ve güvenli bir ortamın sağlanmasının şart olduğunu anlatırdı.
Bu gün her yerde olan ama inanıyorum ki rahmetli babamın 40 yıl önce hayata geçirdiği uygulama ‘yani iş yerlerine girerken kapıların girişinde üzerinize esen sıcak hava sistemini ta o zamanlar otelimizin girişine yerleştirmişti.
Yani içeriye giren müşterinin içeri adım atar, atmaz sıcak bir yüzün yanında, sıcak bir ortam görmek istediğini anlatıyordu..
Bu gün bunu niye anlattığımı soracak olursanız; İnsanların karşısındakinden beklediğini, baba, ana dediği devletinden de beklediğini anlatmak içindi…
Çünkü, insanoğlu ilk gördüğü her şeyi değerlendirirken ilk intibayla şahsı, alanı hafızasına kazır ve o bakışla karşısındakini değerlendirip, puan verir. Bu ömür boyu da sürebilir. Hep böyle olmuştur.
Şimdi gelelim konumuza; Siz ya da ben gittiğimiz bir alanda aldığımız ilk intiba ilk etapta gördüklerimizdir. Yani bir kentin girişi o kentin iç kısımlarının da güzel ya da çirkin olduğunu düşündürür.
Veya karşı cinsten birisini gördüğünüz ilk anda giyimi, kuşamı ve konuşmasıyla değerlendirirsiniz. Bu duygu insanlar konusunda olduğu gibi devletler için de geçerlidir.
İlk gördüğünüzü kepenklerinizi açıp kalbinize aldığınız gibi kapatmaya da neden olursunuz duygularınızın kepenklerini..
Bir kente girerken, bir ülkeye girerken veya bir insanla tanışmayı planlarken göreceğimiz ilk görüntü vereceğimiz puanlar için çok önemlidir.
Kepenkle kapatılmış İstanbul’daki Şişli kaymakamlığı bir devletin kendi resmi kurumlarının bile güvenli olmadığı intibasını yarattığı gibi bir insanın karşısındakine hal ve hareketleriyle vereceği güven kadar önemlidir.
Yani bir ev düşünün anne, baba evde ise güven tamdır. Bir ülke düşünün meclisi ve resmi kurumları dahil Şişli Kaymakamlığı gibi Kepenkle kapatılmışsa güven yok demektir…

**Yerde sürünen dernekçilik..
Yıllarca eleştirdiğim bölge dernekçiliğini “Ayağa kaldırma” çabası içinde mücadele ederken bir anda kucağımda bulduğum Ardahan Dernekler Federasyon Başkanlığımda verdiğim mücadelemin başta bu işten kaymaklananlarca olmak üzere her kesim tarafından yakın takibe alındığının farkındayım..
Adeta bir gelenek haline gelen, ‘‘Bırak batsın, imkan varsa bir tekmede sen at’’ misali izleyenlerin çokluğunu da bildiğim bir süreçte dernekçiliğin yanı sıra dernekleri çatısı altında toplayan bir kurumun nasıl çalışması gerektiğini gösteren çıkışlarımla bunlara direndiğimi de fark ederken bir hayli zorlandığımı da yorulan vücudumdan anlıyorum..
Ancak 34 yıla yaklaşan gazetecilik hayatımda bir gün bıkkınlık içine girmeyen ve her türlü saldırılara direnen bir kimlikle başkanlığını şerefle üstlendiğim Ardahan Dernekler Federasyonu Başkanlığını en güzel şekilde yapmaya ve yerlerde sürünen dernekçiliği de yok imkan ve tüm engellemelere karşın en iyi şekilde yapmaya kararlı olduğumu herkes iyi bilmelidir..
Bunu yaparken de benim gibi yürekli yönetici arkadaşlarımın varlığı da bana yetmektedir..

Bir Yanda ARDAFED,
Hanaklılar ve Göle Köprülü Derneklerine Yeni Yöneticiler Seçildiler..
Geçtiğimi haftalarda CHP İl Başkanı Dr. Canan Kafatncıoğlu’nu ziyaret ettikten sonra ‘Ardahanlılar İstanbul’da Top Koşturuyor’ parolası ile bu yıl 3 üncüsünü gerçekleştirdiği futbol turnuvasına start veren ARDAFED ziyaretlerine devam ediyor.
Ülke genelinde güçlü bir lobi oluşturma çabalarını sürdüren Ardahan Dernekler Federasyonu, Üsküdar Ardahan İl Derneğinin çalışmalarının son aşamaya geldiği bir sırada Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’i makamında ziyaret edip, bölgede ki Ardahanlıların kurmak üzere olduğu Üsküdar Ardahan İl Derneği hakkında bilgi alış/verişinde bulundu.
Daha sonra geçtiğimiz yılın sonunda ilki gerçekleşen ve 4 günde 1,5 Milyon insanın ziyaret ettiği ‘Ardahan’ı Tanıtma Günleri’ nin yapıldığı Maltepe de güvenlik başta olmak üzere birçok konuda ARDAFED’e yardımlarını esirgemeyen Maltepe Kaymakamı Meftun Dallı ziyaret eden ARDAFED çalışmalarına ara vermeden devam ederken İzmir’de bulunan Hanaklılar Derneği ile İstanbul Göle Köprülü (Gorveng) Beldesi Derneği de kongrelerini gerçekleştirdiler.
Kenal Gürbulak’ın İzmir Hanaklıla r Derneğine, Cihanşah Polat ise İstanbul Köprülü (Gorveng) Dernek Başkanlığına seçildiği kongrelerde birlik berberliğin önemine dikkat çekildi.
![]() |
Doğu Yılmaz Sanat, Felsefe ve Edebiyat Üzerine |
saddamdoguyilmaz@gmail.com
Yağmurlu bir akşam vaktinde aradım kendisini. Beni karşılamak İçin kaldığı apartmanın önüne inmiş, “Ya nerde kaldın sen, bak ıslanmışsın arkadaş” demişti.81 yaşında birinin bu nezaketi beni hem sevindirmiş hem utandırmıştı.
İki odası ve salonu olan dairesini, anılarını ölümsüzleştirdiği fotoğraflarla bir sergiye, Ve okuduğu yerli yabancı kitaplarla da küçük bir kütüphaneye çevirmişti. Komodin, televizyon masası, kanepe başlarında ise bir sürü ilaç kutularıyla mini ecza deposu gibiydi evi, bunu gülerek ifade ettiğimde “ee yaşlı ve yalnız bir adamın evi böyle olur” demişti.
Yalnız yaşıyordu yaşlı bilge. Bu biraz kendi tercihi, birazda kaderin cilvesiydi ona. Oturma odasında karşılıklı iki koltuğun arasına sıkıştırılmış ve üzerinde ki kadehleriyle, mezeleriyle sanki yıllardır orada hazır bir şekilde duran masaya uzanıp bana bir kadeh rakı doldurdu.
Günlük konuşmalar, biraz daha tanışmalar, havadan sudan derken zaman bir hayli geçmiş olacak ki, içtiğim birkaç kadehin de etkisiyle dalıp gitmiştim oturduğum koltukta.
Karşımda ki duvarda asılı olan çerçeveler arasında, gülen gözlerle bir kadın fotoğrafı gözüme ilişmişti. Kim bu, demeye kalmadan aklımı okumuşçasına kadehini havaya kaldırdı yaşlı bilge, benimde kadehimi havaya kaldırmam gerektiren bir edayla sordu; Tanışmak ister misin?
Ardahan’ın bugün en önemli tarihi kalıntılarından olan Akkoşun hanında, annesi rus, babası türk bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti yaşlı bilge.
Masanın üzerinde olan annesinin fotoğrafına doğru uzanarak, bir eliyle kadehini tutuyor, diğer eliyle ise fotoğrafı okşayarak çok sevdiği annesini tasvir ediyordu bana; “Mavi gözlü, buğday tenli, iki üç dil bilen, danstan, edebiyattan anlayan kültürlü bir hanımdı benim anam. Ah o babam yok mu o babam, yerinde rahat durmamış kanına girmiş kandırmış annemi.” Diye esprili bir serzenişte bulunuyor.
Hiç ara vermeden babasını sordum yaşlı bilgeye. Elinde ki Kadehi masaya usulca bırakıp koltuğuna oturdu, şöyle birazda gömülerek. Babamın tek bir fotoğrafı bile yok, dedi. Üzüldü mü kızdı mı anlayamadım. Çünkü onları çok erken yaşta bırakıp gitmişti babası.
Çok erken bir yaşta ölmüş babası. Tabi kader bu ya, o da erken atılmış hayata. Türkiye’deyken öğretmen olmuş, subay olmuş. Daha sonra gurbete düşmüş yolu; Alamanya yolcusu kalmasın!
İşçi olarak girdiği fabrikada yönetici olmuş. Tercümanlık, memurluk, komisyonculuk yapmış. Üst perdeden yöneticilerle, şirket sahipleriyle gazetecilerle dost olup cemiyette namı duyulmuş. Irkçıların saldırısına uğramış, ayağının üzerinden araçla geçmişler. Benimle konuşurken ayağını ovalıyordu bir yandan da, noldu bacağına dediğimde uzun hikâye demişti.
İlk evliliğini, çalıştığı fabrikanın kadın şefiyle yapmış fakat onda aradığını bulamamış. Beni çok severdi, gece yarılarına kadar beni bekler, karnımı doyurur, beni koynuna alırdı, dediği ilk karısından iki çocuk yapmış.
Ama onunla mutlu olmadığını, aşkın başka bir şey olduğunu ve bulamadığı aşkı o zamanlar hep başka bedenlerde aradığını söyledi bilge, bunun doğru bir yaklaşım olmadığını itiraf ederek, biraz mağrur bir ifadeyle.
Duygusal sebeplerden ötürü mutsuz geçen epey bir vakitten sonra, günlerden bir gün bir iş kazası geçirmiş vücudunun bazı bölgelerinden yaralanmış. Madden ve maneven yaralı bir şekilde barda oturup çokta umutlu olmadığı gelecek planlarını düşünürken, Onun içeri girdiğini söyledi yaşlı bilge; Tanrı, hediyemi ayağıma kadar göndermişti, diyerek.
Hepimizin izlediği bir filmde diyordu değil mi, “..Aşık olmak anlık birşey……. Birden her şeyin çok parlak göründüğü……. Birden en pastel renklerin ısınmaya başladığı…. Birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu….. İnsan karar vererek aşık olmaz…. Sadece bir bakar olmuş..”
Yaşlı Bilge aşkını bulduğu anları anlattıkça bu sözleri düşündüm.. O ise devam ediyordu. Onun Kendisine nasıl seslendiğini, nasıl beline sarıldığını, dansa davetini, bisikletine bindirip kaldığı yurda götürdüğünü, yaralarına yaptığı pansumanları ve sabaha kadar seviştiklerini anlatıyordu… adı Theodore.
Manası Antik yunanda Tanrının hediyesi demekmiş, bunu çok sonra öğrendiğimde nedenini bilmediğim bir şekilde ağlamaklı oldum.
Eve ilk girdiğimde en büyük fotoğraf onun fotoğrafıydı. Hemen hemen her duvarda başka bir fotoğrafı vardı. 21 yıl birlikte yaşamışlar, onunla geçirdiğim her saniye dolu doluydu diyordu.
Kumsallarda nasıl uyuduklarını, aynı işyerinde nasıl çalıştıklarını, Ardahan’a nasıl geldiklerini, egede ki yazlık zamanlarını anlattı, kah gülerek, kah içini çekerek. Arada kalkıyor resmini okşuyor sonra kadehinden bir yudum alıyordu.
Didim’i çok severdi, ben bıkmıştım artık her yaz didime gelmekten. Ama Theo, “burası benim cennetim” diyordu Didim için. Bir gün anamı çok özledim, Türkiye’de sağ sol dönemi. Yurda giriş, çıkış tehlikeli. Şehirler, yollar birbirini sorgulayan, alıkoyan, vuran insanlarla dolu. Theo’yu çağırdım anamı görmek istediğimi söyledim. Oturdu plan yaptı. Türkiye haritasını açıp, hangi yollardan gitmemiz gerekiyor, nerde ne zaman kalmamız gerek hepsini planladı. Çıktık Ardahan’a geldik. Theo Anamın elini öptü, yanında kaldık. Sonra çıkıp geri geldik. O yolculuğu unutmam.
Bir keresinde ise bana seslenerek, onu aldatıp aldatmadığımı sordu. Ben Theo’yu hiç aldatmadım, aklımdan bile geçmedi. Ama o buna inanmadı tabi, bununla ilgili bana hep şakalar yapardı. O benim tanrıçamdı. Onu üzemezdim.
Theo, beni yeniden yarattı, var etti, silkti, ayağa kaldırdı, hayata bağladı diyordu yaşlı bilge.
O sabah mutfakta kahvaltı yapıyordum, Theo ve küçük kızım alışverişe gitmek için evden çıktılar. Daha iki dakka olmamıştı ki kızım koşarak içeri geldi, baba koş anneme bir şey oldu dedi.
Koştum gittim. Başını arabanın direksiyonuna dayamış baygın duruyordu. Soluğu kesilmişti. Yere uzattım, bir, iki, üç, dört, beş……nefes. bir, iki, üç, dört, beş……nefes. Çok uğraştım, kurtaramadım. Kalbine yenik düştü. Theo’mu kaybettim, dedi.
Kalakaldım.. Bir an için “Memnun oldum” diyecek oldum ama sadece sustum.
Aklımda Hesiodos’un kelimeleri dolaşıyordu;
“O sırada gökyüzünden bir örs düşse, ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi yeryüzüne.”
Gece yatakta anlattıklarını düşündüm. Ertesi gün beni uğurladı yaşlı bilge. Uçakta gelirken içim geçmiş. Rüyamda boş bir duvar ve duvarda asılı, kocaman fotoğrafta gülen gözlerle Theodore.
Uyandım. Aklımda yine Hesiodos’un kelimeleri….
“ve tunçtan bir örs düşse yeryüzünden, ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi göz bebeklerine.”
Işıklar içinde uyu Theodore.
O yaşlı bilge seni sonsuza kadar sevecek.
|
|